
Osmanlı İmparatorluğu 17. yüzyıl boyunca merkeziyetçi karakterini yavaş yavaş kaybetmiş, 1702’de devlet mukataalarının mültezimlere geçmişteki tımar malikâneleri gibi babadan oğula geçecek şekilde devredilmesi dahası 1726’da çıkarılan bir fermanla enderunlu vali tayini sisteminin terk edilerek sancak veya vilâyetlerin en kudretli ağalarının vali atanması, Osmanlı toprak düzenini işlemez duruma getirmiş, bu suretle ortaya çıkan sosyal ve iktisadi boşluk âyan adı verilen derebeyleri tarafından doldurmaya başlamıştır.[1]
Anadolu’da 150 yıldır dinmek bilmeyen asayiş sorunlarının, derebeylik düzeninin Avrupa’da çoktan tarihe karıştığı göz önüne alındığında Babıâli’nin Batı’ya yöneldiği bir sırada ortaya çıkması Osmanlı’nın içine düştüğü anakronizme örnek olarak verilebilir. 1768 Osmanlı-Rus Savaşı başlangıcında tımar sisteminin çökmesinin yanı sıra sistem tıkandığı için, geçmişi diriltme hayali dışında devlet ve orduya ait kurumların yozlaşmasının nasıl önüne geçileceğine dair bir eylem planı da bulunmaması da felaketi perçinleyerek çöküş sürecini hızlandırmıştır. 19. yüzyıl başlarında Osmanlı’nın hatasını anlayıp yeniden merkezi yetkisini güçlendirme çabaları güç ve servetlerini devletin verdiği görevler sırasında elde eden âyanlar tarafından tepkiyle karşılanmış, 1814-1834 yılları arasında Tuzcuoğlu ailesinin liderlik ettiği isyanlar şiddetle bastırılarak bölgede yerel güçlerin etkisi sona erdirilmiştir. Trabzon bölgesinin en önemli âyanları Tuzcuoğulları, Kalcıoğulları ve Şatırzadeler’in birbiriyle akraba olması da ayrıca dikkat çekici bir özelliktir.
1. Tuzcuoğlu Memiş Ağa İsyanı (1814-17)
Hopa doğumlu Tuzcuoğlu Memiş Ağa yörenin eşrafından Hamdi beyin oğlu ve Erzurum Valisi Ahmet Paşa’nın yeğeni olup, 1809’da Faş kalesinin Ruslara karşı savunulmasında büyük yararlılık gösterdiği[2] için 1810’da kapucubaşı, 1812’de ise Trabzon’a vali tayin edilen Hazinedarzade Süleyman Ağa’dan (Paşa) boşalan Batum Kalesi muhafızı olarak Gönye sancağına bey yapılmıştır. Trabzon’un doğusunda korkulduğu ölçüde sevilip, saygı duyulan[3] Rize âyanı yapılan Memiş Ağa, bir iddiaya göre köylüleri borçlandırıp karşılığında topraklarına el koyarak onları kendi topraklarında çalışmak zorunda bırakan, toprak sahibi olmasının yanı sıra ticaretle de uğraşan, ölenlerin mirasını yolsuzluk yaparak üzerine geçiren birisidir[4]. Trabzon valisi Hazinedarzade Süleyman Paşa yüklü miktarda borç para aldığı Memiş Ağa’ya borcunu ödemediği gibi yeniden borç isteyip alamayınca, rakip görüp nüfuzundan çekindiği Memiş Ağa’yı defalarca İstanbul’a şikâyet etmiş[5], durumu tahkik ettiren Babıali başlangıçta Memiş Ağa’nın iyi biri olduğu sonucuna varmışsa da Hacı Salioğlu gibi şakileri koruduğu anlaşılıp, Süleyman Paşa’da idam talebinde ısrar edince sonunda II. Mahmud’u ağanın katli için ferman göndermeye ikna etmiştir[6].
Memiş Ağa idam fermanından habersiz kendini Trabzon’a çağıran valinin davetine icabet için yola çıkmışsa da Sürmene’de durumu öğrenince Rize’ye dönerek evine kapanmış, bunun üzerine Süleyman Paşa Memiş Ağa’nın üzerine kaymakam Hacı Hasan Ağa emrindeki kuvvetleri göndermiştir. Ağa canını kurtarmak için ayaklanınca zamanında iyiliğini gören Rize, Hopa, Of ve Sürmene ağaları yanında yer almış, etrafında o kadar çok adam toplanmıştır ki[7] ayaklanmanın bastırılması bir yana Süleyman Paşa’nın Faş tarafında olmasından da faydalanan taraftarları Hopa’dan Giresun’a kadar tüm bölgeyi ele geçirmiştir. Sürmeneli ve Oflu isyancılar Trabzon’u kuşatıp, önce limanı 8-10 gün kadar sonra 18 Ağustos 1816’da ise Trabzon kalesini zapt etmiştir. İsyancılar kaymakam Hasan Ağa’yı da bir gemiye bindirip Ünye’ye gönderirken Tonyalı Hacı Salihoğlu Tonya’yı ve Abanozoğlu Süşleyman ile Tirebolulu Kel Alioğlu ağalar Tirebolu’yu ele geçirmeyi başarmıştır. Memiş Ağa, Trabzon ve Giresun’da adamlarını voyvoda olarak atayarak Osmanlıdan bağımsız kendi yönetimini tesis etmeye çalışırken, Süleyman Paşa mahalli kuvvetlerle isyanı bastıramayacağını anlamış, İstanbul’dan emrine gönderilen donanmanın yanı sıra Bolu ve Kastamonu mutasarrıfı Ali Paşa komutasında asker ile bol cephane talebinde bulunmuştur.
Hasan Ağa, Ünye ve civarından topladığı kuvvetlerle Giresun üzerine yürüyerek kenti Darçinoğullarından geri almayı başardıktan sonra İstanbul’dan gelen 2 geminin de yardımıyla Tirebolu’yu zapt etmiş ama daha ileri gidememiştir. Bu sırada Hacı Salihoğlu Gümüşhane’yi bizzat Tuzcuoğlu ise Şark-ı Karahisar’ı ele geçirmiştir. Buna karşın Süleyman Paşa Faş kalesini adamlarına bırakarak gemiyle Görele’ye gelmiş, burada Amasya sancağı askerleri, Erbaa, Kemah, Kuruçay, Niksar, Tokat, Hafik, Yıldızeli, İlikli, Tozaklar, Divriği, Zile ve Gümüşhane kazalarındaki voyvodaların askerlerinden oluşturduğu binlerce askerle Kuğuzâde konağını alıp, isyancıları dağıtmış ardından Trabzon ve Sürmene ağalarını yanına çağırıp anlaşarak Memiş Ağa’nın yalnız kalmasını sağlamıştır. Kastamonu Valisi Ali Paşa’nın yönetimindeki 30 bin kişilik hükümet kuvvetleri isyancılarla çetin muharebelere girişince Memiş Ağa’yı başta damadı Kalcıoğlu Osman Bey olmak üzere yakınları terk etmiş o da önce Rize’ye oradan daha güvenli bulduğu Of’a kaçmıştır. Rus savaşının ehemmiyetinden ötürü hükümet Of içlerine askeri bir harekâtı tehlikeli bulunmuş ve teslim olması karşılığında Ağa’nın affına dair karar çıkmışsa da ağadan haber çıkmaması üzerine kış mevsiminin geçmesi beklendikten sonra Mayıs 1817’de Süleyman Paşa, donanmanın yanı sıra Gönye, Livana, Acara, Lazistan ve Batum havalisinden getirilen kuvvetlerle birlikte 25-30 bin kişilik bir güçle Of’u dört bir yandan kuşatıp, 2 aylık bir mücadelenin sonunda Memiş Ağa 26 Ekim 1817’de ele geçirilmiştir. Memiş Ağa o sırada 100 yaşının üzerinde olmasına karşın hemen boynu vurularak idam edilmiş,[8] kellesi İstanbul’a gönderilmiştir.[9]